Az önce televizyonda komik olduğunu düşündüğüm bir film
seyrettim. Güldüm. Hem de kahkahalarla. Sonra bir şarkı dinledim gözlerimden
yaşlar döküldü. Odaya geçtim biraz kitap
okudum (Ali Lidar-Tesirsiz Parçalar) yaşlar devam etti ama tedbirli bir şekilde.
Odaya annem pat diye dalınca kolay toparlayayım diye. Şimdi de annemin
uyumasını bekliyorum. Uyusun koyvercem gözyaşlarımı. Ardından da bir sigara
yakmayı düşünüyorum.
Bazen Ali Lidar senmişsin gibi geliyor bana. Bazen de
benmişim gibi. Ulan obsesif olan sensin. Bana ne oluyor.
Neyse kitabın sayfalarını karıştırırken kitabın boş sayfalarından
birine bir şeyler yazmışım. Daha ayrılmadığımız
zamanlardan kalma bir yazı. Demişim ki Ali Lidar’a:
Bazen seni o kadar iyi anlıyorum ki. Acı, insanı ruh
hallerinden ruh hallerine sokuyor. Bende yaşadım acılar. Hem de çok. İlk acım
çocuk yaşta babamı kaybetmekti. Yıllarca alışamadım babasızlığa. Hep yanımda
olsun istedim. Bazen çok şaşırıyorum onu rüyamda bile görmeyişime. Unuttum mu
diyorum. Cevap hala net değil. Sonra sıralamışım birkaç acı daha. En sonda
demişim ki :
Sonuncu acımda yıllarca aradığım aşkı bulmak ve o aşkın benimle gidebileceğinden emin olmamak, kaybetme
korkusunun verdiği acı demişim. Ve bunu ayrılmadan önce yazmışım. Korktuğum
başıma geldi işte. Zaten gidişat gösteriyormuş. Şuan ki sonuncu acım ne biliyor
musun? Yalnızlıkla-mutsuzluk kıskacında özlemle yoğrulmuş hayatım.
Böyleyken böyle işte. Bunu yazarken beş kere falan Mehmet Erdem’in Behzat Ç.de Neşet Ertaş’ın "Yalan Dünya"sını
söylediği sahneyi izledim, dinledim.
Repliği ezberledim.
“Neşet Babadan ne biliyon la sen, biliyon mu bişiler? Çal la.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder